Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi’de İlahi Aşk


Evrendeki en sıcak duygu ve düşünce olan aşk ve muhabbet, günümüz insanına sunulması ve yüreklerde taze tutulması gereken en değerli hazinedir. Aşk ve muhabbet katılaşmış ve donuklaşmış gönüllere canlılık verecek, neşe ve mutluluk kazandıracak çok önemli duygulardır. Gönlünü Mevla’sına vermiş Hak âşıklarının da bizlere miras bıraktığı en büyük hazinedir.

Mutasavvıflar baştan beri akılla Allah’a varılamayacağını, O’na ermenin ancak sevgiyle olacağını savunmuşlardır. Miracda söz konusu edilen Cebrail aklı, Refref aşkı temsil eder. Cebrail Hz. Peygamberi bir noktaya kadar götürebilmiş, daha ileri götürmesi için onu Refref’e teslim etmişti. Nitekim Fuzuli bu gerçeği şöyle ifade etmektedir.
“Aşk imiş her ne var âlemde
İlim bir kîl u kal imiş ancak.”

Aşk kelimesinin aslı “Işk”tır. Işk, sarmaşık demek olan “aşeka” kelimesinden gelmektedir. Sarmaşık nasıl sardığı her yeri istila ederse, aşk da girdiği kalbi ve vücudu öylece istila ettiğinden, şiddetli sevgiye aşk denmiştir.

Sûfilere göre aşk başlangıçta Hak’tan zuhur etmiş ve bütün âlemin icadına sebep olmuştur. Mevlana’ya göre aşk cihan ülkesinin sultanıdır. Aşk, sevginin en mükemmel şeklidir. Aşkın en mükemmel şekli ise hakiki aşk, yani ilahi aşktır.

Tasavvufta aşkın temeli muhabbettir. Muhabbet, içinde su bulunan kap demek olan “hubb” kökünden gelir. Kap içine konulan şeyi tutar ve başka bir şey almaz. Kalp muhabbetle dolunca içine sevgiliden başkası sığmaz. Muhabbet sevgilinin cemalini görme heyecanı ve susuzluğu içinde bulunan bir kimsenin kalbinin galeyan etmesi ve coşmasıdır.

Muhabbet insan gönlünün zevk aldığı şeye meyletmesi demektir. İnsanın ilk sevdiği şey kendi zatıdır. İlahi asıldan gelmiş bir nefha olarak asıl kaynağına ilgi ve sevgi duyar.

Allah sevgisini kalbe yerleştirmenin iki yolu vardır. Birincisi, nefsin başka şeylere meyil ve arzularını azaltarak gönülden mâsiva sevgisini çıkarmak, diğeri, İbadet ve tâatla marifeti artırmaktır. Marifetin insan kalbini her yönüyle tamamen kaplaması muhabbetİ doğurur.

Yakın dönem Hak âşıklarından Alvar’lı Muhammet Lütfi Efendi, aşk ve muhabbeti gönlünde yaşatmış ve şiirleri vasıtasıyla bizlere ulaştırmıştır Efe Hazretleri şiirlerinde ilahi aşkı anlatmak için genelde aşk, muhabbet ve dert kavramlarını kullanır.

Lütfi Efendi, Yüce Mevla’dan gönlündeki basîret nuru ile kulluğunu gerçekleştirmesi için sevgisini talep eder, zerre kadar irfanım var ise onu bu muhabbetin gerçekleşmesi için aydınlatıcı bir güneş kıl şeklinde niyaz ederek şöyle der;

“Muhabbetin et dildeki ihsânımı ya Rab
Hurşîd ederek zerre-i irfânımı ya Rab.”

Muhabbette iştiyak vardır ki insan sevdiğine vasıl olunca iştiyakı daha da artar, müşahedesine doyamaz, inceledikçe güzellikleri artar. Bu noktada insan bütün nehirleri içine alan fakat bir türlü doymayan denize benzer, susuzluğunu gideremez.

“Deryalara daldırsan da gönül yine âb ister
Meyhaneye girse gül rengi şarab ister”.

Ona göre, gönül derdinin ilacı, iki dünya saadetinin sırrı Mevla’ya duyulan aşktır. İlahi muhabbet vahdetin nuru, gerçekleri kavrama gücüdür. O, yüce Mevla’dan gönlüne yoldaş, arkadaş olacak kendi sevgisini talep etmektedir.

“Derûnum derdine dermân muhabbet
Dü-âlem afvime fermân muhabbet.
Muhabbet-i İlâhî nûr-i vahdet
Bırakır dillere irfân muhabbet
Muhammed Lutfi’ye lutf ede Allah
Derûnuna ola mihmân muhabbet”

Tasavvufta Allah aşkını herkesin anlayacağı tarzda anlatabilmek için bir takım benzetmeler yapılmış ve duyular âleminden misaller verilmiştir. Bunlardan en önemlileri kadın, pervane-mum-ateş, gül-bülbül ve bâde misalleridir. Gerçek anlamda insanı kendinden geçiren aklı baştan alan özelliğiyle şarap da (bâde, mey) derûni anlamda insanı kendinden geçiren aşkın yerine kullanılır.

Efe Hazretleri’ne göre Aşkın şarabı şeriat bâde ise hidayettir. Hikmet, evliyanın kalbini güçlendiren Allah’ın ordusudur, hikmeti isteyen âşıklar aşk şarabını arzu ederler.

“Şerâb-ı şeri’atdir bâde-i hidâyetir
Âşıklara şâyândır kim ister ise hikmet.”

O’na göre, İlâhi aşk şarabından her kim içerse, O’nun aşkı dışında kalan her şeyden vazgeçer, aşkın göklerine yükselerek kanat açar, böyle bir sonucu elde edebilmek için aşk şarabını tatmak lazımdır. Bu gerçeği şöyle ifade etmektedir.

“Ol bâdeden her kim içer
Kayd-i sivâlardan geçer
Eflâk-ı ışka per açar
Ey sâki doldur bir kadeh”

Mutasavvıflara göre bülbül âşık, gül mâşuktur. Güldeki diken aşkın ıstırabı, bülbülün yanık nağmeleri aşkın feryat ve figanıdır. Âşık aşk ateşinde yanar ve böylece ateşte fâni olur. Âşık elinde bulunan bütün varlığını sevdiğine bağışlar ve onda o’nun sevgisinden başka hiçbir şey kalmaz, yani iradesini, azmini, vaktini, işlerini, nefsini, bütün malını sevgilinin mülkü yapar, onun rızasını arzu eder. Efe Hazretleri’de yüreğinde Mevla’sına duyduğu aşkın ateşinin vücudunda meydana getirdiği tesirden bahsederek, bu aşk vesilesi ile yâr ile bütünleştiğini, bir olduğunu, ayrılıkların ortadan kalktığını ifade eder.

“Aşkın odu yaktı cân u bedenim
Te’sîr-i derd LUTFİ mahvetti tenim
Yâr diyor ki men seninem sen menim
Sen yine derdi hezâr ettin gönül”

Allah sevgisinin yerleştiği gönülde başka sevgilere yer yoktur, Yüce Mevla kendi sevgisini yerleştirdiği kalbe dünya sevgisini vermez, kendi yüceliğine âşık eder, böylece Hak yolunu arama hissinin nûru o kimseyi masivadan temizler.

“Muhabbet-i Mevlâ budur kuluna
Dünya muhabbetin vermez diline
Âşık eder hikmetinin gülüne
Nûr-i hidâyetle mutahher eyler”

Bir gönülde yetişebilecek en güzel meyve Allah sevgisidir ve bu sevgi kulun sığınabileceği tek yerdir.

“Gönül bağçesinin bârı muhabbet-i ilâhidir
Muhabbet-i ilâhiyse kulun püşt-i penâhidir”.

Efe Hazretleri’ne göre Allah aşkında karşılık beklenmez, ancak hakkıyla Mevla’sını seven, onun rızasını gözeten, bu aşk için canını vermeye razı kullarına mutlaka sevgilerinin karşılığını verir.

“Sen Mevlâ’yı sevende Mevlâ seni sevmez mi?
Rızasına ivende rızasını vermez mi?
Sen Hakk’ın kapusunda canlar fedâ eylesen
Emrince hizmet kılsan Allah ecrin vermez mi?”

Ne kadar dert var ise hepsinin dermanı mevcuttur, aşk derdinin dermanı da maşuk yani sevgilidir. Bu dert öyle bir derttir ki bu derde tutulanlar mutlu olur, dertli olan sona ulaşır.

“Her bir derdin elbet dermânı vardır
Dermân ise derde dâima yârdır
Erbâb-ı derd olan bil bahtiyardır
Derd ile kurbiyyet intiha eyler”

Bu derde tutulmuş olanların feryadına Allah’ın merhameti ulaşır, âşıkların yardımına Hak dergâhının kapısında bulunanlar yetişir, feryatları duyulur,

“Derd ehlinin feryâdını
Merhamet-i Rahmân sever
Üftâdeler imdâdını
Dergâh-ı Hakk derbân sever”

Aşk derdinin dermanı yine kendisidir, derdin ilacı yine derttir, bunun dışında bir bağışlanma söz konusu değildir, aşk derdine tutulmuş olanlar için dertlerinden daha kıymetli bir şey yoktur, bu derde müptela olanları Allah’ın çok esirgeyici sıfatı kuşatır.

“Dertden büyük derman mı var
Bir sebeb-i gufrân mı var
Derd gibi bir kıymet mi var
Marizleri Hannân sever”

Bir kutsi hadiste Yüce Mevla “Bana bir karış yaklaşana, Ben bir kulaç yaklaşırım. Eğer kulum bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim” buyurmuştur. Bu esasın farkında olan Efe Hazretleri gibi Hak dostları Mevla’ya yaklaşmak için aşk yolunu tercih etmişlerdir. Allah’ı sevmişler, Allah’ın da kendilerini sevmeleri için ne gerekiyorsa yapmışlardır. Onlar için Allah’tan başka bir şey yoktur. Yüce Mevla tüm hak âşıklarından razı olsun.

Bu makaleyi nasıl buldunuz? // Bu pencereye yorumunuzu yazabilirsiniz // Makalenizi göndermek isterseniz buyurun!