AĞLADIKÇA

Nisan 24, 2013

yukselsanlierSeni arar neden hep, hayal dolu gözlerim, 
Yaş dolar buğulanır, seni anıp durdukça, 
Can benden kayar gider, aklımda sen özlerim, 
Can verir konca güller, ah derim ağladıkça. 

Bülbül ağlar gül için, ben ağlarım sen için, 
Şen olsun senin dünyan, sen ağlama ben için, 
Yandım yanacak kadar, ah çektim için, için. 
Şen olsun senin dünyan, ah derim ağladıkça. 

Sevda derler derdime, ağrı çöktü kalbime, 
Bahar geldi gül açtı, kor düşürdün gönlüme, 
Ben sevdim eller aldı, derdi koydun kalbime, 
Düşünmedin beni sen, ah derim ağladıkça. 

Kalbim kırgın bilesin, aramam seni daha, 
Gül olsan açsan dursan koklamam seni daha, 
Bir sabah gün doğarken, asılsam bir çarmıha, 
Can gider biter çilem, oh derim ağladıkça. 

Yüksel Şanlı er

21 Mart 2011-03-13 
Antalya


SANA GİDER SENDEN YOL

Haziran 8, 2012

09 Haziran 2012, 00:08

ahmetkaanBundan asırlar önce büyük mutasavvıf Hacı Bayram Veli Hazretleri ruh dünyamızı yeniden sorgulayıp şekillendirmemize vesile olacak şu sözleri söylüyor;

“Keramet, sakalda saçta değildir,

Hararet nardadır (ateştedir), sacda değildir,

Her ne arar isen kendinde ara,

Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir”.

Her halde temelde yatan sıkıntılarımızın başında şekil ile özü birbirine karıştırmak gelmektedir. Bir yanda; bütün samimiyetimizle yaratanımıza yönelmek, kulluğu “Allah’ın kullarına, O’nun tarafından belirlenen sınırlar ve kurallar dairesinde hizmet etmede” aramak, memnuniyet dolu bir kalpten; o kalbe her daim nazar edilmesi hasebiyle memnuniyet-i ilahi fışkıracağını hissetmek, gönüllerde kurulan tahtların, solmaz, eskimez ve pörsümez olduğunu, hiçbir dünya tahtına değişilmez olduğunu bilmek ve buna uygun bir hayat sürmek, hak ve hakikatin sevdalısı olmak ve bu uğurda her neye mal olursa olsun hakkı savunmak ve mazlumun hakkını yerden kaldırmak, mağdurların, ezilmişlerin, mazlumların, gariplerin, yetimlerin ve öksüzlerin dostu, sırdaşı ya da arkadaşı olabilmek, gönül ehli, gönül dostu, gönül adamı olmak, en azından bu yolda olmak var.

Diğer yanda ise, uzatmaya hiç gerek yok, her gün her türlü ihtiraslar içinde yaşayageldiğimiz, her birimizin kendini çok daha samimi tartıp değerlendirebileceğine inandığım hal-i pür melalimiz var.  O dehşetli günde, dünyada iken değer verdiğimiz, peşinde deliler gibi koştuğumuz hiçbir şeyin elimizden tutmayacağı, yardımımıza koşmayacağı, fayda vermeyeceği ilahi emirle sabit o hesap gününde, sadece “kalb-i selim” isteyen, sadece ihlaslı ve samimi bir kalbe değer vereceğini bildiren Rabbimize kavuşacağız ve her birimiz yapıp ettiklerimizden hesaba çekileceğiz. Ne bir geri dönüş, ne de kaçış var.

Öyleyse, fırsat-ı hayat elde iken her birimizin önce dönüp kalbimize, gönül ve ruh aynamıza uzun uzun bakmamız gerekmektedir. Bu ayna fıtraten yaratıldığı üzere halen berrak, saf, iyi ve güzel niyetlerle dolu, samimi, ihlaslı ve hasbi midir? Yoksa geçici dünya hırs ve hevesleri ile dolu, samimiyetten uzak, ihlastan bihaber, hesabi, şekle ve şekilcilerin beklentilerine uydurulmuş, hizmet aşkını unutmuş, kısaca yaratılış gayesinden uzaklaşmış, kırık dökük, puslu bir ayna haline mi gelmiştir? Bunun muhasebesini, bu iç hesaplaşmayı bir an önce yapmak gerekmektedir.

Ve söz sırası şiirde;

Hesaplaşma-1

Şu içinde bocalayıp durduğum,

Zamanı eritip içmek isterdim,

Ve yeni zamanlara;

En güzel gülüşleri savurmak…

Bakmasını mı bilemedim yoksa?

Ayak uyduramadığım bu garip hayata,

Alışamadım mı sadece bilmem,

Ruhumdan uzak yaşantılara…

Kanamadan, doyamadan kulluğa,

Biçmek isterdim kefenimi,

Kendi ellerimle dikmek,

Giyeceğim son elbiseyi gülümseyerek…

İşte yine hayallerde kaldı;

Yaşayamadığım tüm güzellikler

Onlarla mı avutuyorum yoksa kendimi?

Yoksa silkinip de yeni baştan ruhumu;

Yıkamalı mıyım gözyaşlarımla.

Yanaklarıma dökülmeli mi tüm günahlarım?

Sessizce,

Damla damla…

Yoksa yeniden sevip sevmem gereken her şeyi,

Uzaklaşmalı mıyım bütün hızımla kendimden

Atmalı mıyım beni bağlayan tüm yüklerimi

Özlemini çekmemeye yemin ederek

Şu sefil bedenimden…

Evet, küçük adam, neden olmasın?

Hiçbir şeye geç değil, ölmemişsen

Ve bir gün giyeceğin o son elbiseyi biçip,

Gülümseyerek dikersin, eğer istersen…                         (Konya, 1991)

Kendimize çeki düzen vermeden, aleme nizam vermeye kalkmak, ideali yaşamaya gayret etmeden ideale sahip çıkma iddiasında bulunmak en hafif tabiriyle umarsız bir cüretkarlık olarak nitelendirilebilir belki de. Eskiler “kişi kendini bilmek gibi irfan olmaz” buyuruyorlar ya, ne kadar güzel ve yol gösterici bir ilkeyi tarif ediyorlar aslında değil mi? İlke, “nefsini bilen, Rabbini bilir” ilahi mesajında özetlenen kadim bir ilke.

Rahmetli dedem bir gün babamla sohbet ediyor ve uymamız gereken ölçüyü şöyle tarif ediyor; “oğlum, bir işe kalkışacağında; şu ne der, bu ne der, öteki ne der, beriki ne der diye düşünme”, “ya baba”, “Allah ne der diye düşün”. İşte dosdoğru, hak söz. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ilahi emrini hatırlatan bir söz. Ve rahmetli dedem, yukarıda bahsedilen Hacı Bayram Veli’nin sözlerini de adeta özetlercesine hepimize diyor ki;

“Sana gider senden yol, senden ara senden bul”

Prof. Dr. Ahmet Kağan Karabulut